Blog

468852552_122185852772244914_5353195796459798506_n

Türkiye’de sosyalist hareketlerin ve Kürt hareketinin tarihinde, anti-emperyalist duruş her zaman belirgin
bir yer tutmuştur. Özellikle “Kahrolsun Amerika” ve “Kahrolsun emperyalizm” sloganları bu hareketlerin en
temel söylemleri arasında yer alır. ABD’nin dünya genelinde, özellikle de Ortadoğu’da izlediği politikalar,
bu sloganların kaynağıdır. Amerika’nın askeri müdahaleleri, ekonomik baskıları ve siyasi
manipülasyonları, Türkiye’deki sol ve Kürt hareketlerinde her zaman güçlü bir karşı duruşa neden
olmuştur. Ancak ne hikmetse, bu söylemlere rağmen belirli kritik zamanlarda bu hareketler “Yardım et
Amerika” noktasına gelmek zorunda kalabiliyor. Bu çelişki dikkat çekici olduğu kadar, pek çok boyutuyla
analiz edilmesi gereken bir durum.

Bu tür bir dönüşümün sebepleri, bir yandan pratik zorunluluklarla açıklanabilirken, diğer yandan bu
hareketlerin stratejik ve ideolojik ikilemlerini de ortaya koyar. Küresel siyasetin karmaşıklığı, bazen en
güçlü anti-emperyalist hareketleri bile pragmatik adımlar atmaya zorlayabiliyor. Özellikle de yerelde
yeterli güç kaynağı olmadığında, küresel güçlerin desteği bir kurtarıcı olarak görülebiliyor. Ancak bu, ciddi
bir çelişkiyi de beraberinde getiriyor: Hem emperyalizme karşı savaş açmak, hem de onunla işbirliği
yapmak zorunda kalmak. Bu durum, aslında bu hareketlerin kendi içindeki dinamikleri ve dış politikadaki
manevra alanlarının sınırlılığıyla doğrudan ilişkilidir.

Özellikle Kürt hareketi açısından bu duruma bakacak olursak, Amerika’nın Ortadoğu politikalarına karşı
uzun süredir süregelen bir tepki bulunmakta. ABD’nin özellikle Irak ve Suriye’deki askeri müdahaleleri,
Kürt halkı üzerinde ciddi yıkıcı etkiler bırakmış, yerel dengeleri sarsmış ve bölgede büyük bir güç boşluğu
yaratmıştır. Ancak bu güç boşluğu, Kürt hareketinin kendisine bir fırsat penceresi açması için de bir alan
yaratmıştır. Özellikle Suriye’nin kuzeyinde, IŞİD’e karşı verilen savaşta ABD’nin hava desteği ve askeri
yardımları Kürt güçleri için kritik bir rol oynadı. Her ne kadar Kürt hareketi, kendi içinde anti-emperyalist
bir söylemi benimsemiş olsa da, bölgede güç kazanmak adına Amerika’nın desteğini almak pragmatik bir
tercih haline geldi. Bu da “kahrolsun Amerika” diye slogan atan hareketin, stratejik bir zorunlulukla
“yardım et Amerika” pozisyonuna nasıl evrildiğini gözler önüne seriyor.

Bu çelişkinin sadece Kürt hareketiyle sınırlı olmadığını görüyoruz. Türkiye’deki sol ve sosyalist hareketler
de uzun yıllar boyunca Amerika’nın dünya üzerindeki hegemonyasına ve kapitalist sistemin
dayatmalarına karşı güçlü bir duruş sergilemiştir. Özellikle Soğuk Savaş döneminde, Amerika’nın Türkiye
üzerinde kurduğu askeri ve siyasi baskı, sosyalist hareketlerin Amerikan karşıtı söylemlerini
güçlendirmiştir. Ancak zamanla bu hareketlerin de belirli noktalarda Batı’dan, hatta Amerika’dan gelen
yardımlara ihtiyaç duyması, ciddi bir çelişki yaratmıştır. Sosyalist hareketler, bir yandan kapitalizme ve
emperyalizme karşı duruş sergilerken, diğer yandan uluslararası platformda Batı’nın desteğini alarak
güçlenmeye çalıştılar. Özellikle insan hakları, özgürlükler veya hukukun üstünlüğü gibi konularda ABD’nin
desteği talep edilebilir hale geldi. Bu durum, ideolojik olarak bir tutarsızlık oluşturmakla birlikte,
Türkiye’deki sosyalist hareketlerin uluslararası arenada daha görünür olabilmek adına yaptığı pragmatik
bir hamle olarak görülebilir.

Bu tür stratejik hamlelerin en büyük sebebi, dünya siyasetinin giderek daha karmaşık hale gelmesi ve
yerel güçlerin kendi başına ayakta kalmasının zorlaşmasıdır. Globalleşen bir dünyada, dış yardım
almadan güçlenmek oldukça zor. Sosyalist hareketlerin ya da Kürt hareketinin zaman zaman
Amerika’dan ya da Batı’dan destek istemesi, güç dengesizliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bu
hareketler, yerel düzeyde güçlü bir ekonomik ya da askeri destek alamadıklarında, dış desteğe
başvurmak zorunda kalıyorlar. Ancak bu, ideolojik olarak büyük bir çelişki yaratıyor. Anti-emperyalist bir
duruş sergilerken emperyalist bir güçten yardım istemek, bu hareketlerin inandırıcılığına zarar verebiliyor.

Bu çelişkinin daha derin bir boyutu ise, kapitalizmin küresel hâkimiyetinin neredeyse kaçınılmaz bir
gerçeklik haline gelmiş olmasıdır. Küresel ekonomik sistemin merkezinde yer alan Amerika, birçok
ülkenin ekonomik ve siyasi kaderini belirliyor. Sosyalist hareketler de, Kürt hareketi de bu küresel güç
dengeleri içinde yer alıyor. Kapitalist düzenin sunduğu imkânları tamamen reddetmek, bu hareketlerin
uluslararası arenada izole olmasına neden olabilir. Bu nedenle, anti-emperyalist söylemlere rağmen Batı
ile işbirliği yapmak, bazen bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor. Bu da, hem sosyalist hem de Kürt
hareketlerinin sürekli bir stratejik denge kurma arayışında olduğunu gösteriyor.

Sonuç olarak, Türkiye’deki sosyalist hareketlerin ve Kürt hareketinin bir yandan Amerika ve
emperyalizme karşı duruş sergileyip diğer yandan ihtiyaç duyduklarında yardım istemeleri, küresel
siyasetin ve bölgesel dengelerin karmaşıklığından kaynaklanıyor. Bu tür çelişkiler, sadece bu hareketlerle
sınırlı değil, dünya genelinde birçok devrimci ve direniş hareketinde karşımıza çıkabiliyor. İdeallerle
gerçeklik arasındaki bu gerilim, hareketlerin stratejik zorunluluklar nedeniyle pragmatist adımlar
atmalarına yol açıyor. Ancak bu pragmatizm, hareketlerin inandırıcılığı ve ideolojik bütünlüğü açısından
ciddi sorunlar yaratabilir. Ne kadar anti-emperyalist bir söyleme sahip olunursa olunsun, dünyadaki güç
dengeleri bu hareketleri bazen zıt kutuplara yönlendirebilir.

Yusuf Boyraz
16/10/2024

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir