Hayat, herkes için farklı bir anlam taşır. Kimi büyük işler başarmaya çalışır, kimi ise anı yaşamaya odaklanır. Ama hepimizin ortak bir noktası var: Ölüm. Bir gün hepimiz öleceğiz ve bu gerçek, yaşamımızın merkezine yerleşmiş bir sır gibidir. Ölüm kaçınılmazdır, ama asıl soru şudur: Öldükten sonra ne olur? Bedenimiz neye dönüşür, anlamı ne olur?
Biyolojik olarak bakarsak, ölüm bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Çünkü beden doğanın bir parçası haline gelir, çürür ve sonunda toprağa karışır. İnsanoğlu bir zamanlar içinde yaşadığı bedeni geride bırakır. İşlevini yitirmiş bu beden, zamanla çürüyüp bozulmaya başlar ve artık doğaya yük olmaktan başka bir şey değildir. İşte bu yüzden ölü beden “çöp” olarak algılanır. Hayat boyunca taşıdığı ruh ve bilinç kaybolduğunda, geriye kalan sadece çürüyen bir et parçasıdır.
Bu yüzden belki de Yusuf Boyraz, “neden vaziyetini çöpçüler gömsün diye bırakır?” derken, ölüm sonrası bedenin anlamsızlaşmasını, gereksizleşmesini anlatmaya çalışır. Çöpçüler, işlevini yitiren, artık bir amacı kalmamış olan her şeyi toplar ve gömer. Boyraz’ın bakış açısıyla, ölen beden de aynı şekilde bir anlamını kaybeder, çöp olur ve toprakla buluşur. Beden artık kullanışsız bir araç haline geldiğinde, gömülmeyi bile bir formalite olarak görmek mümkündür. Sonuçta, bizler yaşamda ne kadar önemli işler yaparsak yapalım, bir noktada bedenimiz de işlevsiz hale gelir, tıpkı bir çöp yığını gibi.
Bu bakış açısı aslında çok derin bir felsefi sorgulamayı beraberinde getirir. Hayatımız boyunca anlam peşinde koşarken, öldüğümüzde geriye sadece bir bedenin kalması, çürümeye terk edilmemiz ne anlama gelir? Yaşamın tüm bu karmaşıklığı, sonunda basit bir çöpe mi dönüşür? Yoksa bu çürüme, yeni bir başlangıcın habercisi midir?
Yaşamın ne kadar kısa ve geçici olduğunu hepimiz bir noktada fark ederiz. Ne kadar uzun süre yaşamayı planlasak da, hayat bir göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Peki bu geçiciliğin anlamı nedir? Felsefi açıdan bakıldığında, ölümün varoluşun bir parçası olduğu sık sık vurgulanır. Martin Heidegger, insanın yaşamı boyunca “ölümle var olan” bir varlık olduğunu savunur. Ona göre, ölüm insanın varoluşunu anlamlandıran bir kavramdır. Ölüm, hayatın kendisini değerli kılan bir sınırdır. Yaşam sona erdiğinde geriye ne kalır? Bedensel varlığımız son bulduğunda, anlamı yitirir miyiz?
Bir başka felsefi bakış açısı ise Jean-Paul Sartre’ın varoluşçuluğunda ortaya çıkar. Sartre, insanların kendi varlıklarını anlamlandırmak zorunda olduklarını söyler. Ancak ölüm, bu anlamı tamamen ortadan kaldıran bir olgudur. Yaşam boyunca anlam peşinde koşarız, ama ölüm geldiğinde geriye kalan sadece çürüyen bir beden olur. İşte bu yüzden belki de öldükten sonra “çöp” oluruz. Çünkü o varoluş çabası, ölümle birlikte sona erer. Yaşayan bedenin içinde bir anlam vardı; o bedenin dünyada bir yeri, bir amacı vardı. Ama ölümle birlikte her şey anlamını yitirir.
Yusuf Boyraz’ın “vaziyetini çöpçüler gömsün” sözü de bu felsefi görüşle paralellik gösterir. Çünkü bedenimiz işlevini yitirdiğinde, varlığımız da anlamını kaybeder. Çöpçüler, artık kullanılmayan, işe yaramayan her şeyi toplar ve geriye kalanı doğaya bırakır. Aynı şekilde, ölüm de insanın artık işlevsiz hale geldiği, doğaya geri döndüğü noktadır. Çöp olmak, varoluşun sona erdiği bir hali simgeler.
İnsan, yaşam boyunca ne kadar büyük işler yaparsa yapsın, ölümle birlikte her şey son bulur. İşte bu yüzden ölüm korkutucudur. Yaşamın tüm anlamı, son noktada, çürüyen bir bedenin geriye kalmasıyla yüzleşir. Yaşam geçici, beden ise ölümle birlikte yok olmayı bekleyen bir “çöp” haline gelir.
Yusuf Boyraz
13/09/2024